1 Nisan 2010 Perşembe

KÖLELİK ZİNCİRİ 4/C VE TEKEL İŞÇİLERİ - YENİ “KUNTA-KİNTE”LER(3)

Mahmut KONUK

Direnişin Seyri ve Eylemin Niteliği Üzerine

İlk birkaç günkü kitlesel yürüyüşlerden ve Abdi İpekçideki saldırıdan sonra artık eylem Türk-iş’in etrafındaki sokaklarda oturma eylemine ve açlık grevlerine dönmeye başlamıştı. İlk günlerdeki intihar girişimlerine varan kontrolsüz güç gösterileri, heyecan dozu yüksek kalmaya devam ederek yavaş yavaş yerini “kontrollü” eylemlere terk etmeye başlamıştı.

Ulustaki ucuz otellerden, kimi sendikaların, kitle örgütlerinin misafirhane ve salonlarından, tanıdık evlerine gitmenin yerine derme-çatma naylon çadır kurmaya ve burada sabahlamaya başlamışlardı.Çadırlar daha sonra büyüyecek,tahkim edilecekti.Yine de 7-8 bin işçiyi sürekli Ankara’da tutmanın olanağı yoktu.İaşesinden, kalacak yer sorunundan; odun ve battaniyesine bir yığın ihtiyaç bir yana 31 Ocak tarihine kadar çalışıyor olmaları,iş akitlerinin tazminatsız feshedilmesi tehlikesini gündeme getiriyordu.İzin-rapor ayarlanarak bin-iki bin arası bir kitle dönüşümlü olarak burada tutuluyor,onlar bir süre çalışıp izin-rapor ayarlayarak dönüyor,diğerleri gidiyordu.

Sendikalardan, siyasi partilerden, sol-sosyalist örgütlerden kitle örgütlerine kadar her gün direniş yerine onlarca kitlesel destek ziyareti gerçekleşiyor, her ziyaret bir heyecan ve coşku dalgası yaratıyordu.

Yüksel’e, Sakarya’ya, AKP İl Binasına yürüyüşler de bazen tek başına, bazen topluca gerçekleşen eylem ve heyecan dalgaları arasında yer alıyordu.

Daha “etkili” mücadele biçimleri üzerinde yoğunlaşan işçilerden rağbet gören “eylem” biçimi “açlık grevi” olmaya başlamıştı. Cezaevlerinde, dört duvar arasında bedenlerinden başka silahı olmayan tutsakların başvurduğu “açlık grevi” burada, açık alanda işçi sınıfının rağbet gören mücadele biçimi olmuştu.

Çalıştıkları fabrikalar, yaprak tütün işletmeleri birer birer özelleştirilip ellerinden alınırken birkaç etkisiz eylem dışında ciddi bir tepki göstermemişler, grev silahına pek başvurmamışlardı. Özelleştirmeler yapılırken özlük haklarına dokunulmayacağı vaat edilmiş, kapanan ya da satılan bir fabrikadan en yakındaki bir başka fabrikaya nakledilmiş, en son tütün işletmelerine, oradan da “depo”lara aktarılmışlardı.

Şimdi de;”depolarda da mal bitti, iş de yok biz yattığı yerden kimseye maaş vermeyiz” deyip kapıyı göstermişlerdi. ”Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yan gelip yatana vermeyiz” dedikleri de buydu herhalde!..

Sanki fabrikaları kapatan, satan kendileriydi. Kaldı ki “yan gelip yatmak” da istemiyorlardı. Herhangi bir kamu kurumunda mevcut kadroları ya da denk bir statüde çalışmak istiyorlardı.

Aslında tazminatını verdikten sonra hepsine kapıyı gösterebilirlerdi. Neo-liberal iş kanunları buna izin veriyordu. T.C. de bir A.Ş. gibi davranıp pekâlâ onları sokağa atabilirdi. Ama hükümetimiz (!) “merhametli” davranmıştı.Onlara 4/C gibi bir “kıyak” yapmıştı.Zaten 4/C’yi de “sendikacılar istemişti.Şimdi çok ayıp ediyorlardı…”

“Size iş miş yok, yan gelip para kazanma devri bitti…” diyen Kasımpaşalı harbi delikanlı Başbakan yeri geldikçe; ”ay sonuna kadar 4/C’yi kabul eder ya da çeker gidersiniz, yaptığınız eylem yasadışı ama biz müsamaha ediyoruz, ay sonunda o çadırları başınıza yıkarız…” diye tehditler savurmaktan geri kalmıyordu.

Ellerinde grev yapacak bir fabrika kalmadığını mutlaka hesaba katıyorlardı. Abdi İpekçi’de devletin kararlılığını gösterip akşam da Kumlu Başkan’ın nasihatlerini alırlarsa bu işçiler geri döner diye hesaplamışlardı.

Ama “hesap” tutmamıştı. Bu işçiler çok “inatçıydı”.

“Kumlu Başkan”ın “geri dönün” çağrısına “bizi satanı biz de satarız” diye selam duruyor, Mustafa TÜRKEL’in “örgüt disiplinine uyun, beni dinlemek zorundasınız…” sözlerine de ; “genel grev genel direniş-ölmek var dönmek yok” sloganlarıyla karşılık veriyorlardı.

Zonguldak’tan Ankara’ya yürüyen 43 bin Maden işçisi Şemsi Başkan’ın;”geri dönüyoruz” çağrısıyla “örgüt disiplini” içinde geri dönmüşlerdi.

Ama bu tekel işçisi başkaydı.”Özlük haklarımız” diyor başka bir şey demiyorlardı.”Ölmek var dönmek yok” sloganı onlarındı ve en çok bu sloganı seviyorlardı.

“Grev” silahları bugün yoktu ama onların da “bedenleri” vardı. Bu nedenle en çok “açlık grevine” rağbet ediyorlardı.

Yıllarca kendi halinde asude bir yaşam süren Türk-İş binası bir anda eylem ve direniş merkezi haline gelmişti.

İlk günlerde tekel işçilerine kapalı tutulan toplantı salonu, giderek açlık grevi yapan işçilerin direniş mekânı haline dönüşüyor, bir bölmesi(kürsü tarafı) de “revir” haline dönüşüyordu.TTB ve SES üyesi doktor ve diğer sağlık personelinin gece-gündüz nöbetleşe çalıştığı revirin iş hacmi büyük bir hastanenin acil servisi boyutuna ulaşıyordu.

Arada açlık grevcilerinden biri fenalaştığında hem salonun içinde, hem de dışarıdaki kalabalıkta tansiyon had safhaya ulaşıyor, coşku ve öfke patlamaları yaşanıyordu.

Bu atmosferde gidilen 17 Ocak mitingine ülkenin dört bir yanından 100 bine yakın coşkulu ve öfkeli bir kitle katılmıştı.

Herkesin bundan sonraki aşamada bir genel grev çağrısı yapmasını beklediği Türk-iş Başkanı Mustafa KUMLU’ nun bu beklentinin çok uzağında sade suya tirit bir konuşmayla sahneyi terk edip yerini Alişan konserine bırakması tekel işçilerinin öfke patlamasına yol açmıştı. Kürsüye yanaşmalarını engellemek için TES-iş ve YOL-İŞ üyesi işçilerle önleri kesilen TEKEL işçileri bir anda bu barikatı aşıp kürsüye fırlıyor, Kumlu’yu kürsüye davet edip Genel Grev-Genel Direniş çağrısı yapmasını istiyorlardı.

Uzun süre kürsüyü işgal eden öfkeli Tekel işçilerini ikna edip kürsüden indirmek TEK GIDA-İŞ yönetici ve temsilcilerine düşüyordu.

Ancak Kumlu’nun tavrına tepkiler dinmiyor, miting sonrası tekel işçisi kadınlar Türk-iş Genel Merkezini işgal ediyorlardı.

Kitle baskısı karşısında bir araya gelen altı konfederasyon (Türk-iş, KESK, DİSK, Türkiye Kamu-Sen, Hak-iş ve Memur-Sen’in) toplantısından 3 Şubat’ta 1 günlük Genel Grev kararı çıkıyordu.

Ancak Grev kararının açıklanmasından hemen sonra hükümetten gelen görüşme çağrısı ve iki bakanın “çözüm formülü” için görevlendirilmesi bir anda iyimser bir hava yaratıyor, böylece “belki greve gerek kalmaz” düşüncesiyle grev hazırlıklarının altı boşalıyordu.

Greve 1 gün kala hükümetin 4/C’de “iyileştirme”nin ötesinde bir adım atmayacağının anlaşılması üzerine grevin 1 gün öteye, 4 Şubat’a ertelenmesi de durumu kurtarmıyordu.

Adam gibi bir grev için 2 gün hazırlığın yeterli olmayacağı ortada iken hükümet yanlısı Hak-iş ve Memur-Sen’in önce greve katılacaklarını ilan edip son anda “çekildiklerini” açıklaması çoğu kimseyi şaşırtmasa da grevin “zayıf” geçmesinin nedenleri arasında görülmüştü.

Grevin çağrıcısı Türk-iş Konfederasyonu Başkanı Mustafa KUMLU’nun, kritik bir merkezde grevin başında olmak yerine; ”Ben o gün evimde oturacağım” demesi, Türk-iş Başkanı’nın “Grev” konusundaki “ciddiyetini” gösteriyordu.

“Teknik” bazı aksaklıkların da eklenmesiyle hayatı durdurma anlamında KESK’in 25 Kasım Grevi kadar bile etkili olamamıştı. Bu yönüyle 30 yıldan beri ilk defa gerçekleşmiş bir “dayanışma grevi” olarak çok büyük bir değer taşısa da hükümeti zorlayıcı olmaktan uzak kalan grev derde deva olmamıştı.

Geniş halk kesimlerinden, medyadan büyük destek bulan Tekel İşçilerinin eylemi bazıları açısından “türkü çığırma” hesabına dönmüştü. Başta Türk-iş Başkanı ve Türk-iş’e bağlı bazı sendikalar olmak üzere, 4 Şubat grevinin istenen ölçüde olmamasının arkasındaki nedenleri irdeleyip daha güçlü, daha etkili bir eylemi nasıl örgütleyebileceğimizi tartışmak yerine, Tek Gıda-iş yöneticilerine kadar yansıyan;”kimse başkaları için bundan daha fazlasını yapmaz” ı teorize etmeye,yani “el elin eşeğini…” “… bu kadar arar” demeye getiriyorlardı.

“ Bizim gündemimizi kapatıyor, bir yığın başka sorunu gündemleştiremiyoruz” diye yüksek sesle düşünenler bile vardı.

Hak-iş, Memur-Sen gibi beyinleri ve göbekleri siyasal iktidara bağlı sözüm ona sendikaların tavrını tartışmaya bile gerek yoktu.

Yandaş medya, yandaş internet siteleri, yandaş radyo kanalları yoğun bir kampanyaya girişmişlerdi: ”milyonlarca işsizin olduğu, ekonomik krizin bütün dünyayı kasıp kavurduğu bir ortamda işsiz kalmaktansa 4/C gibi bir formülle çalışmaya devam etme olanağı Tekel işçileri için bir lütuftu. Bunu beğenmemeleri nankörlüktü.Üstelik tekel işçileri daha önce 4/C’ye geçirilenler için ne yapmıştı ki şimdi başkalarının kendileri için hayatı durdurmalarını istiyorlardı(!)…” v.s.

Hiç yorum yok: