15 Ocak 2010 Cuma

HAPİSLİK HAYATI ERTELEMEKTİR


Hasan Şahingöz

Yaşamak, doğayla ve insanla iç içe olmaktır.
Yaşamak, doğayla ve diğer insanlarla iletişim halinde olmaktır.
İnsan, ancak doğayla ve diğer insanlarla iç içe ve etkileşim halinde olduğu zaman yaşadığının, kendi varlığının farkına varır.
İnsan, doğayla ve diğer insanlarla iç içe ve etkileşim halinde olmadığı, yalıtıldığı zaman duyguları ve duyuları körelmeye, benliği kaybolmaya başlar.

***
Doğadan, denizden, topraktan ve ateşten;
Ağaçlardan, kuşlardan, çiçek ve böceklerden;
Sevgiden ve aşktan;
Bir anne ve babanın çocuğu olmaktan, bir çocuğun annesi ve babası olmaktan;
Yakınlarınızdan, arkadaşlarınızdan, dostlarınızdan; onlarla acıları, sevinçleri, hüzünleri ve mutlulukları paylaşmaktan;
Dilediğince gezip dolaşmaktan;
Dilediğinizde evinizden çıkıp sokaklarda, caddelerde, meydanlarda insanların arasına karışmaktan;
İhtiyacı olanlara yardım etmekten, ihtiyaç duyduğunuzda yardım görmekten;
Yediklerinizi, içtiklerinizi ve giydiklerinizi seçip beğenerek almaktan;
Eğitim ve özgürce teşhis ve tedavi hakkınızdan;
Üretip yaratmaktan, üretip yarattıklarınızı insanlarla paylaşmaktan;
Üretilip yaratılanları görmekten ve onlardan yararlanmaktan…
Mahrum bırakılmak, tüm bunlara muhtaç hale getirilmek, yaşamdan koparılıp alınmaya benzer;
Yemyeşil, taptazecik, çiçekli, meyveli bir dalın kırılmasına benzer;
Bir kuş yuvasının bozulmasına, ocağınıza ateş düşmesine benzer;
Bir gelin arabasının devrilmesine, diri diri toprağa gömülmeye benzer;
Kısacası tüm bunlardan mahrum bırakılmak, tüm bunlara muhtaç hale getirilmek, doğadan ve insandan, doğaya ve insana dair her şeyden koparılıp alınmak, kolunuzun kanadınızın kırılmasına, gözlerinizin kör, kulaklarınızın sağır edilmesine, yaşarken ölmenize benzer…

İşte, hapislik böyle bir şeydir.

Kolunuzun kanadınızın kırılması, gözlerinizin kör, kulaklarınızın sağır edilmesi, beyninize ve yüreğinize kilit vurulması, insanlığınızın zincir altına alınmasıdır.

Hapislik böyledir böyle olmasına ya, hiçbir mahpus, ama hiçbir mahpus da kendisine acınmasından hoşlanmaz.

Bilmem siz hapisliği, hapistekileri hiç düşündünüz mü?

Kendisi de hapislikler, sürgünlükler yaşamış şairlerimizden olan A. Kadir Meriçboyu; “Sizi Düşünüyorum Hapishanedekiler” isimli şiirinde şöyle seslenir hapishanedekilere:

Sizi düşünüyorum hapishanedekiler
Biliyorum, düşünmek yetmez
Ama düşünüyorum gene de

Yaralarınız geçti mi?
Kaburgalarınızdaki sızılar;
Tabanlarınızdaki şişler;
Sırtlarınızdaki çürükler;
Hayalarınızdaki ağrılar?

Sizi düşünüyorum hapishanedekiler
Ne yer, ne içersiniz?
Cigaranız var mı?
Kaçınız sağlıklı, kaçınız hasta?
Yakınlarınız geliyorlar mı?
Unutulanlarınız var mı içinizde?
Umutsuzluğa düşenleriniz var mı?

Sizi düşünüyorum hapishanedekiler
Biliyorum düşünmek yetmez.

A.Kadir Meriçboyu gibi en azından insani yönüyle, insancıl bir şekilde düşünür ya da düşünmüşseniz hapishanedekileri, o zaman hapistekiler sizlere çok teşekkür ederler. Sizlere gönül borcu duyarlar. Zira hapiste mektupsuz, kitapsız, ziyaretçisiz, sigarasız, çaysız, pulsuz kalmak, üstüne bir de hasta olmak çok kötüdür. Ancak yine de hapishanedekiler kendilerine acınmasını istemezler.

Nazım Hikmet’in “Yatar Bursa Kalesinde” isimli ünlü şiiri bu hoşlanmamanın, bunu istememenin en güzel örneklerinden biridir.

Nazım Hikmet bu şiirini “Nazım ağabeyi hapislerde çürütüyorlar” diyen bir şaire cevap olarak yazmış ve şöyle demiştir:

Sevdalınız komünisttir
On yıldan beri hapistir
Yatar Bursa kalesinde.

Hapis amma zincirini kırmış yatar
En ala Mert beye ermiş yatar
Yatar Bursa kalesinde.

Memleket toprağındadır kökü
Bedreddin gibi taşır yükü
Yatar Bursa kalesinde.

Yüreği delinip batmadan
Şarkısı tükenip bitmeden
Cennetini kaybetmeden
Yatar Bursa kalesinde.

Neden bu böyledir?
Hapishanedekiler, hapishanelerde geçirdikleri günlerini yaşanmış saymazlar da ondan!

Kaç yıl yatarlarsa yatsınlar, onlar kendilerini hep hapishaneye girdikleri yaşta hissederler. Yılların geçmesi, saçların beyazlaması, yüzlerdeki kırışıklıkların artması, hareketlerin yavaşlaması da bu gerçeği değiştirmez.

Onlar hapishaneye konulup taş duvar, demir kapıların ardına kapatılmakla dalından koparılıp yaşamın dışına itilmişlerdir. Ama kabullenilmeyen, asla da kabullenilmeyecek olan bir itilmedir bu. Çünkü kabullenmek, yaşamdan vazgeçmektir.

Kim vazgeçer ki hayattan?
Kim vazgeçer ki yaşamaktan?

Hapishaneye girişle birlikte hayatın saati, sonradan kaldığı yerden devam etmek üzere geçici süreliğine durmuş, durdurulmuştur, hepsi bu!

Hapishanede geçen yılları yaşanmış sayamayacakları içindir ki tüm mahpuslar bir gün, ama bir gün mutlaka dışarı çıkacakları ve hayata kaldıkları, mola verdikleri yerden devam edecekleri umudunu taşırlar.

Onlara acımak, hapishanelerde çürüdüklerini, ömürlerinin tükendiğini düşünmek, bu umuda, mahpusların kendilerini her zaman hapishaneye girdikleri yaşta hissetmelerine saldırmaktır. Acınmaktan hoşlanmamaları, Nazım Hikmet gibi tepki göstermeleri bu nedenledir.

Onlar her şeye rağmen,
Yüreklerinin delinip batmadığının,

Şarkılarının tükenip bitmediğinin,
Cennetlerini kaybetmediklerinin bilinmesini isterler.

Yine de,
Kendilerini düşünme inceliğini ve insanlığını göstermekten hiçbir zaman geri kalmamış olan A.Kadir Meriçboyu gibi:

Bizim hiçbir hürriyetimiz yok,
Hiçbir hürriyetimiz
Ne çalışmak, ne konuşmak, ne sevişmek
Ben burada en büyük çileyi doldurayım
Ekmeğe muhtaç, hürriyete muhtaç, sana muhtaç
Sen orada dalından koparılmış bir zerdali gibi dur
Ben burada zerdalisiz bir dal gibi durayım, derler.

1Nolu F Tipi CT 55 TEKİRDAĞ

Hüseyin Habip Taşkın

NEWROZ HAFTALIK SİYASİ YORUM GAZETESİ

Hiç yorum yok: